Tarihçe

Saygılarımızla,

Gerede Varol Helva ve Şekerleme

“Geçmişin damak tadını geleceğe taşıyoruz.”

Öyle zannediyorum ki “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım” sözü Gerede’de ortaya çıkmıştır. Gerede’de şekercilik mesleğinin dününü araştıranlar ve hatta Gerede’de yaşayan hayattaki büyüklerimizden şekerciliği sorgulayanlar da benim ulaştığım sonuca varırlar.  Çünkü bu tatlı mesleği seçenler de Gerede’nin en müstesna insanlarıdır. Araştırmalarımızla bilgisine ulaştığımız geçmiş, günümüzden üç kuşak derinliğindedir. Bu noktada üç büyük mesleki soy ağacına ulaşıyoruz. Bu üç büyük çınar: Şekerci Salih,Şekerci Tevfik,Şekerci Mehmet Rıfat.Sayısız nesiller meslek olarak önce şekercilikte açmış gözlerini Şekerci Tevfik’in babası Şekerci Salih de İzmir’de öğrenip gelmiş şekerciliği.

Gerede’de şekercilik; debağlık, bakırcılık ve demircilik meslekleri gibi önemli bir ekonomik faaliyet olmuştur. Bu işi meslek olarak seçen ve zamanla saygın konuma gelen esnaf sayısı yirmiyi geçmiştir. Ürün çeşidi de zaman içinde artmış ve şekerci vitrinlerinde yerini almıştır. Bunlar : Cevizli beyaz lokum sucuğu (onun yerini zaman içinde Beypazarı köfteri aldı), fındıklı lokum, tahin helvası, yazlık helva, fındık şekeri, badem şekeri, nane şekeri, akide şekeri, susamlı şeker, kızamık şekeri, kangal şeker, tulumba tatlısı, daha çok gül reçeli ve cevizli helva, nam-ı diğer şak şak helvası. Bu ürünler o kadar çok ve özenle üretilirdi ki damak tadına vakıf olan müşteriler yedikleri ürünün hangi ustanın ürünü olduğunu bilirlerdi. Köyünden pazara gelemeyenler komşusundan reçel, şeker, helva sipariş ederken şekercinin adını da verirlerdi.  Üretimin bir an bile kesilmediği imalâthanelerde kalfa çırak çalışan sayısı 20 ile 25 kişi arasında değişirdi. Bu önemli imalâtın çevre ile de irtibatı vardı; şöyle ki meselâ üretimi çok olan gül reçelinin mayası doğaldı ve hakiki gülden yapılırdı. Gerede’de şekercilerin ürettiği reçelin mayası olan gülün tamamı Gerede şehir merkezinde ve köylerinde üretiliyordu. Sadece bu iş için özel olarak yetiştirilen bu güller yine yetiştirenlerce zamanında toplanarak sepetler içinde şekerci esnafına getirilerek satılırdı. O kadar çok üretiliyor ve satılıyordu ki bütün şekerciler kendilerine bir yıl yetecek kadar maya için gül alıyorlardı. Gerede ve köylerinin, günümüzde ihmal edilmiş ve unutulmuş bu özelliğinin tekrar öne çıkarılmasına ihtiyaç var diye düşünüyorum.

Şekerci Salih’in mesleğini oğlu Şekerci Tevfik devam ettirmiş, işte bu ünlü usta ile ilgili bilgiler almak için torunu şimdi kendisi de emekli Şekerci Salih Varol’dan dinliyorum. “Rahmetli dedem mesleğinde titiz bir adamdı. Bozuk malı asla satmazdı. Kötü maldan kâr edeceğine iyi maldan zarar et derdi. Çok iyi bir sanatkâr ve şekerci olmakla birlikte çok iyi bir insandı. Dişi ağrıyanın dişini çeker, para vermek isterse ‘Allah razı olsun de yeter’ derdi ve bir şeker vererek evine gönderirdi.Bir de her yıl temmuz ayında Esentepe mesireliğinde düzenlenen Destûr ve Kuşak töreni olurdu ve dedem esnaf başkanı olarak bu faaliyeti baştan sona yönetirdi. Cumartesi günü diğer arkadaşları ile birlikte pazar günü misafirlere ikram edilecek pilav için pirinç, çevrilmesi için koyunlar, ayran için yoğurt, salata için malzemeler alınır ve akşamdan Esentepe’nin yolu tutulurdu. Ertesi Pazar günü görevli herkes bir işin ucundan tutar, her şey tamam olurdu. Öğleyin tören başlardı. Ezanın ardından kılınan toplu namaz ve toplu yenilen yemekten sonra hocalarımız gürül gürül mevlit okurlar, ilâhilerle birlikte destur verme ve kuşak kuşanma törenine geçilirdi. Bir tarafta çalışanına ustalık destûru verecek ve kuşak kuşatacak ustalar, karşı tarafta destûr almak için sabırsızlananlar, ismi okunan ustasının yanına gelip elini öpüyor, ustası tarafından kuşak kuşandırılıyordu. Bu törenler benim çocukluk yıllarımın en unutulmaz ve en güzel anısıdır. Bu törenlerde kuşak kuşanan sayısız ustalar meslek aşkını ve şerefini uzun yıllar yaşadılar ve yetiştirdikleri ustalarla devam ettirdiler.”

Gerede’de Ramazan ayının geldiği iki şekilde anlaşılırdı. Biri camilerin dolup taşması, ışıklar, mahyalar; diğeri şekerciler ve vitrinleri idi. Vitrinler ramazanın başından sonuna çeşit çeşit ürünlerle süslenirdi. Ramazanın ilk günü ilk iftar ve ilk lokmada gül reçeli olurdu. Bu bir damak tadıdır yaşanır, ama hiç kimse sormaz; ilk lokmadaki bu gül reçelinin hikmetini. Bu bir tesadüf değildir. Ecdadımızın manevi ruh sağlamlığı ve gül kokulu ilk lokma ile ilk iftar peygamberimizi daima hatırında tutarak oruç açmak. Ve bunu bütün ramazan ayı boyunca tekrarlamak ve yıllar yılı tekrarlamak. Gerede’de şekerciler ramazan ayında en çok gül reçeli yaparlar ve kendi rekorlarını kırarlar. Manevi dünyamızda da gül sevgili peygamberimizin sembolüdür ve O’nu hatırlatır. Tekrarlanan bir güzel faaliyet de özel gün ve gecelerde mevlit okutmak; mevlitte cemaate gül suyu ve mevlit şekeri ikram etmektir. Mevlit geleneği bilindiği üzere sevgili Peygamberimizin doğumunu işleyen kasidelerin güzel sesli mevlithanlar tarafından okunması. Mevlit şekerini de yine sipariş verilen şekerci külâhlar şeklinde hazırlar ve getirir camiye bırakır. Bayramın yaklaştığı yine şekerci vitrinlerinden anlaşılırdı. Aile büyükleri, bayramda kapımıza el öperek şeker istemek için gelecek çocuklar ile bayram ziyareti için gelecek olan akraba ve dostlarımıza ikram etmek üzere, mutlaka çocuk şekerini ayrı, misafir şekerini ayrı, almayı unutmazlardı. Ramazan Bayramına Şeker Bayramı deyişimiz çocukluğumuzdaki bu alışkanlığımızdan galiba.

İmalâtta insan gücünün yerini alan makinelerin şekercilik alanına da girmesi, siparişe göre imalât yapan geleneksel şekerciliğin sonunu getirdi. Genel ekonomi ilkelerinin her yere girmesi, küçük ve kol gücü ile üretim yapan imalathaneler, yerini seri ve tek tip imalat yapan tesislere bıraktı. Seri ve tek tip üretim, beraberinde hijyen, paketleme ve gıda kalite kriterlerini ortaya çıkardı. Bu ise beraberinde kalite kontrol ve TSE standartlarını getirdi. Bir de pazarlama sorunları ve kaygıları da eklenince; başlığımızın karşılığı kaybolan mesleklerimiz şekercilik gerçek oldu. Bugün ise meslek çınarlarının izinden gidenler, zamana ayak uydurarak kendilerince uygun gördükleri dallarda seri üretim yapan tesislere dönüştüler. Aynı zamanda TSE standartlarını yakalayarak, gıda imalât izin şartlarına, paketleme ve pazarlama gereklerine uyarak, Gerede şekerciliğinin gururu olarak, Gerede ile sınırlı kalmayan, Gerede’yi aşan ve genel ekonominin kuralları gereği, geniş pazarlama ağına dahil olup, büyük marketlerin raflarını süslemeyi başardık.

Atalarımız’ın hoşgörü ve tevazusu,

Dükkanımızda 1 kalfamız 3-5’de çırağımız bulunurdu. Öğlen ve çalışmaya kaldığımız akşamlar yemeklerimiz evden gelirdi. Sofraya oturduğumuzda dükkana gelen müşterileri de sofraya oturtmadan bırakmazdı rahmetli Tevfik Dedem. Bazen yakın kahvelerde fakir ve gariban kişilere beni gönderir, yemeğe davet ederdi. O öğünde sofrada insan çok, fakat yemeğin yetmeyeceğini düşündüğünde dedem; “Benim karnım tok, siz yiyin”derdi. Biz de kalkardık sofradan.

Bazı günler dükkana halden kavun, karpuz, üzüm alırdık. O gün akşamı dükkanda ne yemişsek, eve de aynısını aldırırdı. “Onların da bu yediklerimizde hakkı var.”derdi. Rahmetli Dedem Tevfik Varol ve Rahmetli Babam Rifat Varol, Gerede’nin tanınmış eşraflarından olup, ikisi de yardım etmeyi ve iyilik yapmayı çok severdi.

Gerede’de köylerde yaşayan veya bankalardan kredi alma ihtiyacı olanlar  kefil olarak hep rahmetli dedemi ve rahmetli babamı gösterirlerdi. Banka da kefil olarak ikisini isterdi.

Şekerci Tevfik Varol